40 bin kişinin üye olduğu bir kitapçı kurma hikayem

Abdullah Reha Nazlı
12 min readAug 4, 2023

--

ÖZET: 2012'de ofisimin bir odasında nokta atışı seçtiğim 100 kitapla bir şey denedim. Dilediğin kitabı satın alıyorsun, dilersen senin oluyor ve indirim kazanıyorsun. Dilersen üç ay içinde %70 fiyatına geri satıyorsun. Facebook reklamı ile duyurduk, ilk iki yıl her kazandığımızla kitap aldık. Kendi babamdan yatırım aldım. Bugün 40 bin üyemiz ve 50 bin kitabı olan ve sadece kitap bulunduran Türkiye’nin en özgün kitabevlerinden biriyiz.

2011, Samsun’da bir ajansta çalışırken

Samsun’dan yazılım işlerini Kütahya’ya taşımış, keyfi yerinde bir mühendistim. İşlerim aklımı yeterince meşgul etmediğinden değil; kitap sektörüne kafayı taktığım için deneyecek bir şeyler arıyordum. Sebebi ise babamın sahibi olduğu kitabevinin çağ değişiminin şiddetli etkilerini yaşamasıydı.

Sonradan kitabevinin genişlemesi için kitabevine vereceğim ofisim. Samsun’dan taşınalı 1 yıl olmuştu ve piyasada web hizmetleri konusunda büyük bir boşluk vardı. *hala var

Çalışkan ve prensipli biri olan babam ömür boyu her şeyi doğru yapmıştı. İnsanların okumakla pek işinin olmadığı bir çağda bir avuç insanın hatrına ısrarla kitapçılık yapmayı sürdürdü. Ama emekliliğine yakın internet satışlar, korsan kitapçılar, fotokopiciler çoğalmıştı. Babam her ne kadar dertlerden şikayetçi de olsa kitabevinde hiçbir şey değiştirmek istemiyordu. Tüm önerilerimi geri çeviriyor, her şeyin 40 yıldır olduğu gibi işlemesini istiyordu. Ayraç tasarlayıp Facebook reklam vermek gibi çalışmalar yaptıysam da esas sorun bu değildi. Sektördeki sorunu yıllar sonra keşfedecektim.

2011. Babamın dükkanından bir görüntü.

Küçüklüğümden beri kitapçılardaydım. İnternet yok, AVM yok, kafeler yok; şehrin en özel kitlesi kitapçılarda olurdu. Bazı muhtabettleri ağzım açık dinlerdim. Sanat, tarih, edebiyat dahil her alanda o alanda okumuş kişilerle ayaküstü sohbete tanık olmak. Her bilim dalına hayranlığım o günlerden başlamıştı.

Çocukluğum bu raflar arasında geçti

Bu büyülü anları bir şey bozardı; kitapçıya kitap okuru olmak dışında amaçla gelenler. Maalesef o zamanlar kitapçı sadece kitap satarak geçinemezdi. Dergi, kırtasiye, poster, test kitabı… Mecburen iş bunlarla döner, kitabı sadece sevdiğiniz için tutardınız. İşte bu ortamda 50 kuruş fiyat indirimi için tartışanlar, kitabı satın alıp fotokopi çektirip iade etmeye çalışanlar, yararlanabildiği her şey için kitapçıyı suistimal etmeye çalışanlar içimi cız ettirirdi. O şahane ortamı mahvederlerdi. Öyle bir işletme olmalıydı ki; sadece kitap olmalıydı. Test kitabı vs. de olmadığı için sadece kitap okurları gelmeliydi, içerideki herkes kitap okuru olmalıydı.

Küçüklüğümden çıkardığım bir ders daha vardı. O da benim sahip olduğum avantaja müşterilerin sahip olmaması. Her gün kitapçıda olan biri olarak dilediğim kitabı dilediğim kadar karıştırırdım. Babamdan izinle aldığım olurdu, çoğu kitaba asla izin vermezdi. Ama ısrarla aldığım kitapların bir kısmından pişman olur, geri götürmenin yolunu arardım. Bazen birkaç gün götürür, gizli gizli yıpratmadan okur geri götürürdüm. Çoğu kitabı okuyup okumayacağımın ayaksütü anlaşılmayacağını o günlerde keşfetmiştim.

2011. Kütahya’ya geldiğim, babamın dükkanında bir gün

Bir ömür popüler kitapların tümünü okuyup getirebildiğim bir kütüphanem, yani babamın kitapçısı vardı. Ama müşteriler bu hakka sahip değildi. İnsanlara bu hakkı nasıl verebileceğimizi düşündüm. Bu arada Eskişehir’den ara ara gelen bir kitapçı abimizden de görüşlerini aldım. Onların bir ‘oku-getir’ sistemi vardı. Çok ciddi bir üye sayıları vardı.

Kitabı önce satıyor, sonra geri satın alıyordu. 10 TL’ye satıp 7 TL’ye geri almak gibi. Birkaç ay içinde kitabı getirmezsen senin oluyordu. Sistemi çok beğendim. Ama bir farkla; raflardaki kitaplar insanların sahafa sattığı kitaplar oluyordu. Ya da depolardan toplanmış kitaplar. O işletmede amaç raflardaki kitapların çok çok ucuz olmasıydı. Oysa benim için bir kitabın kalitesi önemliydi. İnsanlar sadece ucuz olduğu için kötü kitaplar, kötü çeviriler, dergi ekleri, gazete hediyeleri, birilerinin çöpe atmaktansa sahafa sattığı kitapları okumamalıydı. Elbette kelepir kitap sektörünün inanılmaz faydaları var, ama benim hayalimdeki sisteme bu düzen uymuyordu.

2013, sonran kitabevimin genişlemesi için kitabevine vereceğim Kütahya’daki ilk ofisim

Ben nokta atış 100 kitap belirledim. Kredi kartımdan sipariş geçtim. Ofisimin yanındaki odayı ‘kitap kiralama’ odası ilan ettim. Reklamı verdim. Excel’e üyelik sistemi kaydı yaptığımız bir sistem başladı. İlk hafta herhalde 10 kişi falan gelmişti. Üç ayda ilk 100 üyemizle tanışmış olduk. Çeşitli video reklamlarıyla küçük dükkanın tanıtımını yapıyordum.

İnsanlar kitabı satın alıp götürüyordu. Birkaç hafta içinde getiriyorlardı. %70 indirimleriyle başka kitabı götürüyorlardı. Sistemin fizibil olabileceğini o zamanlar keşfettim. Aynı kitap birkaç kez dönerse başta yatırdığım parayı çıkarıyordu. Sonraki her gelirle kitap alacak ve sistemi büyütecektik.

Facebook reklamını görüp gelen, şehrinde böyle şeyler olmasına ihtiyaç duyan, küçükken kitabevinde görüp özlediğim tarzda kitle o kadar güzeldi ki; bir buçuk yıl sonra onların rahatı için düşündüğüm konsept benim Türkiye’deki ilk kitap-kahve’yi icat etmemi sağlayacaktı. Onlarla konuştukça sistemi geliştirdik, kitaplar ekledik.

Müdavim sayımız birkaç yüzdü, toplam üye sayımız henüz yeni 1000'i geçmişti. Bir personelimiz, bir programcımız, yüzlerce kitabımız vardı. Bir web sitesi kurmuştum; birkitapkirala.com. ‘Kitap kiralama’ akla yatkın bir isim geliyordu, reklam verince insanlar ne yaptığını anlıyordu. Ama esasında yaptığımız iş kiralama değil satıştı. Kitabı satıyorduk, sonra geri satın alıyorduk. Kiralama kelimesi telifli ürünlerde sıkıntı olabileceğini söyleyen bir arkadaşın önerisine uyarak sonradan bu isimden vazgeçtik. Yanlış anlama kaynaklı başımız ağrıyabilirdi.

Yıllar sonra çekilmiş bir fotoğraf. En sevdiğim iki şeyi birleştirdiğim işletme anlamında ‘Kitap&Kahve’ demiştim. Ama sonradan kitap cafelerle karıştırıldı, ‘cafe değil kitapçı’ yazmak durumunda kaldık.

Üyelere karvizit boyutunda kartlar veriyorduk, üzerinde üye numaraları yazıyordu. Raflarda kitaplar gidip geliyordu. Etiketler bastırmıştık. Bir yandan yazılım işleriyle uğraşırken günde yarım saat, bir saat kendi kitap projemde takılıp geliştirmeler yapıyordum. Kazandığım her para buraya gidiyordu.

Babamın iki kitabevinde sistemi denedik. Oradan da kitap alınabiliyordu, tekrar iade edilebiliyordu. Ama personeller bizim burada dikkat ettiğimiz hiçbir prensibe dikkat etmediler. Benim özene bezene kurduğum, en ufak içimizi cız ettirmediğimiz sistemi bir türlü anlayamadılar. Ben de bu işin böyle olmayacağını anladım. Sistem asla başka işletmelere emanet edilemezdi. İşletme sistemin kendisi olmalıydı.

Bir yaz günü babamın kitabevine girdim. Yazları kitapçılar oldum olası boş olurdu. Kapıdan giren biri de alakasız bir sebepten girmiş olurdu. Bir müşteriyle bir tartışma anı. 60 yaşında adamı kasasına girecek 20 TL için üzüyorlar. Müşteri almadan gitti. Babam bir sigara yaktı. Biz yanda kurulduğumuz günden beri kimseyle tartışmamıştık. Çünkü sadece kitap satıyorduk, sadece okurlar geliyordu ve sistem şahaneydi.

Babama popüler kitapları almak istediğimi söyledim. Sınav kitapları, akademik kitaplar vs. dışındaki her şey. Raflar dolusu olup yıllarca oynamayan, artık kitlesi kaybolmuş kitaplar. Hem sınav kitabı satmaktan bu raflara bakamıyorlardı hem de günde birkaç tane bile satamıyorlardı. Gelirinin tümünü de babama verecektim. İzni koparınca uyuyamadım, bir gece vakti taşımaya başladım. Bir yandan rafları kendi dükkanıma götürüyor, bir yandan da babamın dükkanında boşalan rafları boş tutmamak için düzeltiyor, yerleştiriyordum.

Bizim yıllardır bir avuç kitapla yürüyen sistemimiz kitap bolluğu karşısında coştu. Girişimcinin başlangıçta sadece fikri olması gerektiğini, paranın bir yerde bulunacağını kitaplarda okurdum. Ben girişimciydim, babam yatırımcı olmuştu. Ben artık gelirimi kitaplara değil işletmeye yatıracaktım. Şirin ayraçlar, kırmızı koltuklar, kahverengi raflar, sarı ışıklar. Yeni marka, yeni tabela, o zamanlar yeni popülerleşen Instagram’da bir sayfa. Çok güzel yıllar geçirdik. Üye sayımız yükselişe geçti.

Tek oda ve bir koridor. Sonradan ofisimi başka yere taşıyıp burayı da kitabevine dahil ettim. İlk 2 yıl tek kuruş kazanmadan, kira ve maaş ödeyip, kitap alarak, reklam vererek sistemi oturtacak ve 10.000 üyeye ulaşacaktık. Sadece birkaç yüz kişi müdavimdi ve kimseyi kitap okumaya başlatıyor değildik. Ama şehirdeki bir avuç okurun severek kullandığı bir sistem yaratmıştık ve kalan herkes bu kişileri görüp gelmeye başlayacaktı.

Sonradan sektörü, sistemi, şehirdeki tüm okurları takip edip ona uygun hamleler planlamaya başladım. Gittikçe daha çok saat harcıyor, daha çok yatırım yapıyor, daha büyük bütçe döndürmeye çalışıyordum. Firmalardan düzenli siparişler geçiyorduk ama en ufak hata raflarda biriken kitaplara yol açıyordu. Kitap çok maliyetli bir şey. Kargosundan kaç kez satılacağına kadar doğru hesaplanmazsa sistem zarar ediyordu.

Kişisle olarak para kazanmadan 5 yıla yakın bu şekilde gittim. Kitapları babamın adına alıyor, babamın adına satıyordum. Onlar sınav kitabı isteyen, indirim isteyen, dergi isteyen, bağıran çağıran, kitapla işi olmayan kitleyle ilgileniyordu. Biz herkesin okur olduğu, herkesin kitap konuştuğu kitleyle.

2018'de babam kitapçıda 50 yılının geçtiğini fark etti ve dinlenmek üzere kendi dükkanını da bana bıraktı. Ben bu tarafta birkaç bin kitapla iş yapıyordum, babamın depoları dahil 30 bin kitabı vardı. Biz burada bir sektörle uğraşıyorduk, onlar 10'a yakın sektörde iş yapıyorlardı. Biz burada 3 firmadan kitap alıyorduk, onlar düzenli olarak 67 firmayla çalışıyorlardı. Bu büyük işletme benim yıllarca altından çok zor kalkacağım ve çok zor kapatacağım bir yük oldu. Yazılım işlerini o günlerde bıraktım. Ama başarmıştım; babamın asla emekli olmayacağını zannettiği işine nasıl yardımcı olacağımızı bulmuştuk.

Maalesef bu dönemde birkaç yıl test kitabı, dergi vs. satmak zorunda kaldım. Prensibim olmadığı halde işi döndürmek, düzenli ödemeleri yapmak, elde kalmış maalları değerlendirme yollarına gitmek gibi çözümler ararken bu işletme işlemeye devam etti. Zamanla benim işletmemi bu işletmeyle birleştirdik ve tamamı benim prensiplerime uygun tek işletme olarak işlemeye başladık.

Bizim esas alametifarikamız raflardaki kitap sayısını sonsuz arttırmamamız, seçmemizdi. Babamızın dükkanından gelen 30 bin kitap depoda durmaya devam etti. Dışarıdan kitap aldığımız zamanlarda %90'ını eledik. Her çıkan kitabı koymuyoruz. Kardeşimle birlikte kitap kitap rafa konacak kitabı seçiyoruz. 10 yılda kitap seçmek konusunda nasıl uzmanlaştığımızı başka bir yazıda anlatacağım.

Bu arada üyelik sistemimizin çok değişik etkileri oldu. Sadece kitap satan, organik bir işletmenin verilerinin değişik etkileri oldu. Buradan raporlar oluşturup geçitli kurumlara sunduk, MEB ile ortak projeler yaptık. Örneğin çok tavsiye edilmesine rağmen çocukların hangi kitaptan nefret ettiğini bizim istatistiklerimizde görebiliyordunuz. Okur sayısıyı kadar okuma güzergahı olduğunu sistemimiz ortaya çıkardı. Günde bir kitap okuyan 5, haftada bir kitap okuyan birkaç yüz, ayda bir kitap okuyan birkaç bin kişi ile tanışmanın hayatımıza çok büyük katkıları oldu.

30 Ocak 2019

Mobil uygulamamıza giren bir kişi o güne kadar aldığı kitapları, istatistiklerini, tüm detaylarını görebiliyordu. Herkes sadece kitabevine gelip kitap alarak üye olmuştu ve sistemimiz ilk üyeden beri her içeriği saklıyordu. Burada ilginç başka şeyler de denedik. Aynı taraf kitap okuyan okurları kafe bölümümüzde buluşturduk.

Tam yeniden yazılımcı olduğum, geceleri borç düşünmeden uyuduğum, sürekli hesap kitap yapmadığım düzene kavuşmuştuk ki amcam da kendini emekli etme kararı aldı. Dedemizden kalma 60 yıllık dükkan, 20 bin kitap. Ya biz satın alacaktık ya da başkası. Soyadımızın olduğu bu işletmeyi başkasının almasına gönlümüz razı olmadı. 2 yılımız da bu şekilde hesap-kitap stresle geçti. Kardeşlerimin de desteğiyle bu imkansız yükün altından kalkıp 50 bin kitabı olan bir işletme olduk.

Kitabevlerinin tüm odalarını kendim tasarladım. İlk yıllarda tamamen bulabildiğimiz her raf, en düşük bütçe ile, ambalajcıdan alınan duvar kağıtları ile başladık. Sonradan kendi tasarımımız bazı raflar ve ışıklar kullandık. Her genişlemede yeni odaya heyecanla kitapları taşıdım. Fikir&Araştırma odasını bir bayramda 4 günde bitirmiştik.

Aslında iki kesim okur var. Kimisi o kadar çok okuyor ki; ne okuduğunu takip edemiyor bile. Hatta bazı okurlarımız “bunu daha önce okuduğumu kitabın sonunda hatırladım” der. Bu kişiler için kitaba sahip olmak önemli değildir, okuyacak kitap bulmak önemlidir. Okuyup getiren çoğu okurumuz bu kişilerdir. Diğer kişiler de sahip olmak isterler. Onlar için de bir kez çok temiz şekilde okunmuş kitabı ucuza almak çok işlevseldir. Yani biz aslında aynı kitabı iki kişiye satıyoruz. İkisinden toplam aldığımız para bir kitap bedeli, ama bu çağda kitapçılık yapmanın yolu da bu.

Kitapçılığa “ortalamacı” anlayışı getirmeden işletmeler yürümedi. Büyük sıkıntılarımızın sebebini istatistiklere baktıkça çözdüm. Günde 300 kitap çıkan ülkede kitapçı birazcık işin takibini bıraktığı anda raflar spesifik, 10 yılda bir kişinin soracağı kitaplarla dolup taşıyor. Dahası, okurlar okudukça uzmanlaşıyor ve rafta onların talep edeceği derinlikte kitaplar tutmak istiyorsunuz. Ne kadar müdavim de olsalar; uzman okurların talepleri siparişle gelmeli. Raflar her zaman ve daima ortalama kitaplarla dolmalı. Her zaman talep edilen kitaplarla. Aksi takdirde bu iş fizibil olmuyor, kendi ağırlığı altında eziliyor.

Programcı çalıştıran kitapçı kaç tanedir bilmiyorum. Orjinal programımızı yazan programcımız 2017'den pandemiye kadar bizimle çalıştı. Sektörle başa çıkmak için 17 program yazdık. Veri işleyen, sonuç çıkaran, takip yapan hatta tahmin yürüten programlar. Kitabın rafta durması gerekip gerekmediğini hesaplayan, hangi kitapların istenebileceğini takip eden algoritmalar. ‘Kitap tansiyon’ başta olmak üzere sadece bizde olan bu programları işletmemizde hala kullanıyoruz.

Kitapçıya verdiğim hiçbir şeyi geri alamadım, mümkün değil. Günde 300 kitap çıkıyor. Babam derdi ki: ‘Kitapçı her eline geçen parayı kitaba harcar. Başkası ev, araba alır, biz kitap alırız.’ Kitapçılığa ayırdığım emeğin onda birini başka bir şeye ayırsaydım çok başka bir şeyler olurdu. Ama burada tanıştığım insanlar, buradaki huzur, kendi kitabevin olması, kitaplardan asla kopyamayan bir hayat inanılmaz, tarif edilemez bir güzellik. Dahası yayıncılar, yazarlarla tanışmak, kitap sektörü sayesinde hayatı dış dünyadan çok farklı şekilde görmek, burayı işletecek mantığı çözmenin hazzı çok farklı. Kitapçı onbinlerce kitabı, büyük bir bütçeyi, hassas bir sektörü 40 yıl döndürür, sonra çocuğuna devreder. Sanırım benim de yapacağım bu, tabi kitap okumanın çağı zannedildiği gibi geçmezse.

Sonra pandemi girdi. Babamız sadece 2 yıl emekliliğinin tadını alabilmişken hayatını kaybetti. Pandeminin ilk haftası. Mart 2020. Üç kardeş ‘NK’ isminde bir şirket kurduk. Kitabevinin ismini de ‘NK Sahaf’ olarak değiştirdik. Pandemide ilk yıl 180 gün kapalıydık. Sokağa çıkma yasakları, akşam yasakları, sokağa giriş yasakları… Çok zor günler geçirdik.

Tekelci marketler, internet siteleri peşin parayla sektörün canına okudular. Kitabı yem olarak kullanan, başka geçim kaynağı olan işletmeler patladı. Kitap sektörü ekonomik krizle büyük değişimler yaşadı. Türkiye’de kitapçı kalmadı. Herkes, kitap satanlar bile başka şeylerle geçinmeye başladılar.

Biz dayandık. Sadece kitap bulundurma prensibimizi çiğnemedik. Üyelik sistemimiz tam Kahramanmaraş depremi ayında 40K üyeye ulaştı. Bu döneme denk gelmesi nedeniyle kutlama, duyuru yapmadık. Şimdi ise mobil uygulamamızı yapay zeka yoluyla geliştirme peşindeyiz.

Babamın resmini 1995–1999 arası Kütahya’da üniversite okurken babamdan düzenli kitap alan, şimdi öğretmen olan bir Fizik hocası yapıp getirdi. Vefatının ardından Türkiye’nin her yerinden telefon gelmişti. İnsanlar inanılmaz anılar anlattılar.

Babamın resmi 20 yıl oturduğu odada. 1995'te yapmak istedikleri için hiçbir şey hazır değildi. Kitap okuru kitle yoktu, sosyal medya yoktu, yazılım yoktu, reklam yoktu. Şehre kitapçı çok lükstü, çok fazlaydı. Kapısından girene kitap satar, kitlesi olmayan ürünler getirirdi, üç kuruş indirim için üzülür, ayakta kalmak için kırtasiyeden postere kadar her şeyi bulundururdu. Kitap okumak ‘havalı’ bir şey olmayan çağda insanları okutmaya çalıştı. 40 yıl günde 2 paket sigarada teselli arayarak imkansızı başardı ve dört çocuğunu da üniversiteye gönderdi. Bizim bu çağda üç kardeş kitapçı işlettiğimizi görse gurur duyardı sanırım.

Kitapçıyla günde yarım saat işim oluyor. Tüm sistemler, analizler oturtuğumuz şekilde. Sektör artık sürekli değişiyor. Ama işletme içinde sisteme müdahaleye pek ihtiyaç duymadan, reklam bile vermeden 10K çeşit kitapla işliyoruz. Esas işimiz hangi kitabın rafa konup hangi kitabın depoya atılacağına karar vermek. Kardeşim başında, düzenli çalışma arkadaşlarımız, düzenli müdavimlerimiz. Ben yıllardır bir yandan e-ticaret, online sahaf ile uğraşırken birkaç yıldır oyun teknolojileri ve yayıncılık faaliyetlerine giriştim. Bu arada yedinci kitabımı da yazmaktayım.

4 katlı işletme. Giriş katı kurmuş olduğum sahaf ve üyelik sistemi. Üst katta oyun stüdyosu ve tasarım ajansı var. Sonraki katlarda e-ticaret şirketimiz ve online sahafımız.

Dikkatli okumadan diyebilirsiniz ki; “baban kitapçısını sana vermiş, girişim diye anlatıyorsun”. Babam akademik kitapçıydı, kitabevimde akademik kitap, sınav kitabı, kırtasiye dahil hiçbir şey satmadık, satmayacağız. Amcamın sahibi olduğu, dedemin kurmuş olduğu kitabevini satın aldık. Onlar dini kitapçıydı, cilt yapıyorlardı. Biz yapmıyoruz. İki dükkanın da en az işinin düştüğü, bir köşeye atmak durumunda kaldıkları, yoğunluktan ilgilenemedikleri popüler kitap sektöründeyiz. Sıfırdan, daha önce ne babamın ne kimsenin yapmadığı şekilde işleyen ve onların kitlesi dışında kendi kitlesine hizmet veren bir işletme kurmuş oldum. Aldığım işletmelerden devam eden sadece kültür ve isim. Ne sektörlerini ne işleyiş tarzlarını almış değiliz.

Çağ bir kez daha değişiyor. Babamın kitabevinin başına 40 yıl sonra gelen, bizim başımıza her yıl gelmeye başladı. Sürekli yeniden iş icat ediyoruz. Bu çağda Türkiye’deki son kitapçı biz kalana kadar bu işi sürdürmeye devam edeceğiz.

Abdullah Reha Nazlı
05.07.2023

--

--

Abdullah Reha Nazlı
Abdullah Reha Nazlı

Written by Abdullah Reha Nazlı

Mühendis, girişimci, tasarımcı, yazar.

Responses (1)